|
BİR SİMGE YAPI : İSHAKPAŞA SARAYI
Yazı: Ömer Kokal, Hakan
Gülsün Fotoğraf:
Ömer Kokal
Osmanlı’da merkezi otoritenin zayıflaması ile İstanbul’dan uzak coğrafyalarda ortaya çıkan yerel güçler derebeylik anlamına gelen bir konum kazanırlar.Doğubayazıt o dönemde böylesi coğrafyalardan biriydi.Doğal olarakta sarayı yaptıran bölge yönetimine hakim kişiler bu hakimiyetlerini ve güçlerini vurgulayacak nitelikte bir saray inşa ettirmişler.Bu özelliği ile İshak Paşa Sarayı adeta Topkapı Sarayı’na nazire yapar gibidir.Öyle ki İshak Paşa Sarayı da tıpkı Topkapı Sarayı’nda olduğu gibi geleneksel Türk saray mimarisinin özelliklerinden olan “biderun” ve “enderun” olmak üzere iki bölümlü bir tasarıma sahip.Saray yapıldığı dönemden günümüze kadar bölgenin en önemli Osmanlı yapısı olma özelliğini korumuş. Osmanlı’nın Rusya ve İran ‘la olan savaşlarından dolayı saray sık sık el değiştirmiş bu nedenle kısa sürede tahrip olmuş.Bu durumun üzerine bir de İshak Paşa’nın üyesi olduğu Çıldıroğulları’nın 19.yüzyılda bölgedeki hakimiyetinin sona ermesi tahrip olma sürecini hızlandırmış.Çıldıroğulları’ndan sonra başka ailelerin eline geçen saraydaki birçok kitabe yok edilmiş, değerli eşyalar ve belgeler ortadan kaybolmuş.Ayrıca,birçok değerli el yazması kitapta Ruslar tarafından kaçırılmış. Saray birçok batılı gezgininde ilgisini çekmiş ve Kafkasya bölgesine yolu düşen hemen hemen tüm seyyahlar İshak Paşa Sarayını ziyaret etmiş.Sarayın batıda tanınması ise I.Napolyon’un casusu olarak bölgeye gelen A.Jaubert’in yazdığı kitap sayesinde olmuş.1805 yılında Doğubayazıt’a gelen Jaubert’in casus olduğu anlaşılmış ve altı ay sarayın zindanlarında esir tutulmuş. İshak Paşa Sarayı’nın mimarisi coğrafi konumu nedeniyle tam bir sentez olarak ortaya çıkar.Osmanlı,Selçuklu ve Fars mimari etkilerini sarayın her yerinde görmek mümkündür.Özellikle Mukarnas adı verilen İran kökenli süslemeler,Kuran’dan ayetler ve İshak Paşa’ya yazılmış olan kasideler Taç kapılarda,Kabul salonunda,Türbe ve Cami’nin çeşitli yerlerinde bolca görülür.Bölgeden elde edilen sarı kalkerli taşa kabartma tekniği ile yapılan bu süslemelerin birçoğu bugün tahrip olmuş durumda.Ancak sarayın birbirinden gözalıcı ve ayrı mimari tasarıma sahip dört taç kapısı hala tüm ihtişamı ile ayakta.Bu eserlerin ortaya çıkması için yüzden fazla taş ustası ve atölye sarayın kısa sürede tamamlanmasını sağlamış.Bu taş ustalarının şekil verdikleri her taşın üstüne markalarını kazımış olmaları ve bu markaların 125 farklı kişi ve atölyeye ait olması sarayın yapımına harcanan emeğin göstergesi olarak bugün karşımızda durur. Saraya anıtsal bir taçkapıdan girilir.Bu kapı sarayın dışarıya açılan tek kapısıdır.Ancak bu kapının som çelik ve kabartmalı altın kaplama kanatları 1828 deki Rus işgali sırasında sökülerek Moskova’ya götürülmüş.Ana giriş kapısı ve saraydaki bütün birimlerin girişlerini oluşturan kapılarda Selçuklu dönemi taçkapılarından esinlenilmiştir. Tamamen kesme taştan 11. ve 12. yüzyıl estetik anlayışının yeni bir versiyonu olarak yapılmış olan ana kapıdan birinci avluya girilir.Saray görevlilerinin kullanımı için tasarlanmış olan bu avlu bugün oldukça tahrip olmuş durumda.Buradan yine anıtsal boyutta ancak ilkine oranla daha yalın bir taçkapıdan geçilerek girilen ikinci avlu oldukça iyi durumdadır.Bodrumu ile birlikte iki katlı olan bu bölümde sarayın en sağlam yapıları olan cami ve türbe bulunur.Sarayın ikinci katları tamamen yıkıldığı için uzaktan bakıldığında cami hemen göze çarpar. Harem ile Selamlık arasında ve kare planlı olan cami kimi yöresel özellikler ile klasik dönem Türk cami mimarlığının ilginç bir sentezidir.Minaresi kırmızı ve krem renkte taşlarla almaşık olarak yapılmış, kubbe kasnağı Kufi yazılı kabartmalarla süslenmiştir.Caminin kıble duvarına bitişik olarak yapılmış olan İshak Paşa ve eşine ait olan türbe süslemeleri ve ilginç tasarımı ile hemen dikkatleri üzerine çeker.Özellikle stilize edilmiş hayat ağacı motifleri türbenin işlevini vurgulamak anlamında oldukça güçlü bir etki yaratır.Türbenin koni biçimli çatısı Selçuklu kümbetlerini çağrıştırır.Türbenin hemen yanında bulunan kesme taştan iki küçük kulübe türbenin altında bulunan cenazelik bölümünün havalandırmalarıdır. İkinci avlunun hemen sağındaki kapıdan girilen hol bizi Selamlığı oluşturan iki ana unsura götürür.Divan ve Cami.Holün sağındaki kapıdan Divan bölümüne solundaki kapıdan ise Camiye girilir.Kısacası bu hol İshak Paşa Sarayı “birderun”unun iki önemli yapısına ulaşan bir geçiş mekanıdır. Sarayın batısına düşen ve Kabul Salonu,Harem Dairesi Odaları,hamam ve mutfak gibi mekanlardan oluşan Harem yani “enderun”un giriş katı oldukça sağlam durumda ,ancak üst kat için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil.Harem’in giriş kapısında göze çarpan oldukça yoğun taş işçiliği ve detaylı süslemeler bu bölüme verilen önemi gösterir .Bu bölümün en ilginç özelliği cariye odalarıdır.Dikdörtgen planlı her odada bir şömine var.Bir küçük notta saraydaki oda sayısı ile ilgili.Sarayın iki katında bu tip toplam 366 oda olduğu düşünülüyor.Özellikle güneybatıya bakan odaların pencerelerinden görülen Doğubayazıt ve Ağrı Dağı manzaraları günün ve mevsimin ışık şartlarına göre sürekli değişerek heyecan verici görüntüler ortaya çıkarır. Uzaktan bakıldığında ilk göze çarpan sarayın camisi olmakla birlikte bir diğer dikkat çeken ve silueti oluşturan yapıda haremin mutfağıdır.Sekiz köşeli, dört yüzünde demir parmaklıklı pencereleri olan külahlı yapı harem mutfağının havalandırma kulesidir. Harem bölümünün en temel birimlerinden birini de Muayede ya da bir başka biçimde söyleyecek olursak Kabul Salonu olarak adlandırılan mekan oluşturur.Son derece zengin bir süslemeye sahip olan bu mekan bir yandan harem koridoruna ,diğer yandan ise giriş bölümüne bağlanmıştır.Her iki girişe ikişer sütuna oturtulmuş üç kemerli geçiş konarak salonun niteliği bir kez daha vurgulanmıştır.Bu sütunların Kafkas kökenli başlıkları bitkisel ve stilize arı motifi ile süslenmiş.Paşa’nın özel yaşamının geçtiği bu salon sarayın en lüks dekorasyonuna sahipti.Bunu, salonun ayakta kalan kısımlarındaki yoğun süslemelerden de anlayabiliriz. Sarayın kuzeyinde kalan yamaca inşa edilmiş olan Doğubayazıt Kalesi’nin geçmişi Urartu’lara kadar uzanır.Kalenin hemen alt tarafında yer alan merkezi kubbeli tek minareli cami ise II.Selim zamanında inşa edilmiş ve orjinalliği günümüze kadar hiç bozulmamış.Doğubayazıt kalesi ve Selim camii görüntüleri İshak Paşa sarayı ile bir bütünlük oluşturur.
Bu makale Art Dekor dergisinde Mart 2002 de yayınlanmıştır. |