Yazı
ve Fotoğraflar: Ömer Kokal
|
Beş bin kişilik
tiyatro oldukça iyi durumda. |
''Panionion'da toplanan İon'lar,
kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altında ve en
güzel iklimde kurmuşlardır. Ne daha kuzeydeki bölgeler ne de daha
güneyde kalanlar İonia ile bir tutulamaz. Hatta ne doğusu ne de batısı.
Kimisi soğuk ve ıslak, kimisi sıcak ve kurak olur. Dile gelince, hepsi
aynı ağzı kullanmazlar. Dört değişik konuşmaları vardır. Güneyden
başlayarak ilk kentleri Miletos'tur, hemen sonra Myus ve Priene gelir.
Karia'da kurulmuş olan bu kentler aynı bölge dilini konuşurlar. Lydia'da
Ephesos, Kolophon, Lebedos, Teos, Klazomenia, Phokaia vardır. Bunların
dili daha önce saydığımız kentlerin diline hiç uymaz, hepsi de ortak bir
bölge dili konuşurlar. Bunlardan başka üç İon kenti daha vardır ki,
ikisi Samon ve Khios adalarındandır, üçüncüsü Erythrai anakaradadır.
Bunlardan Khios ve Erythrai aynı bölge dilini konuşur, Samoslular'ın ise
kendilerine özgü ayrı bir dilleri vardır. Böylece birbirinden ayrı dört
bölge dili çıkmış olur ortaya.''
Herodot'un anlattığı gibi yeryüzünün en güzel bölgelerinden biri olan
İonia, İzmir Foça'dan başlayıp Aydın Söke'ye kadar yayılan bölgeyi
kapsıyor. Bizim yazımızın konusu ise Anadolu'nun batı kıyılarındaki
antik yerleşimlerin en çekicisi olan Priene ve çevresi.
Priene'yi çekici kılan birçok özelliği var. Samsun (Mykale) dağının
eteklerine kurulu kentin Büyük Menderes Deltası'na ve Ege Denizi'ne
hâkim manzarasının yanı sıra insanı ezmeyen mimari özellikleri sayesinde
kentin sokaklarında dolaşırken kendinizi bildik bir mekandaymış gibi
hissediyorsunuz.
|
90'lı yıllarda restore edilen evler. |
|
Karun kadar zengin
Priene küçük bir kent olmasına karşın
İon Birliği içinde iki nedenle önemliydi. Bunlardan biri, İonialılar'ın
dinsel merkezi olan ve birliğin toplantılarının yapıldığı Panionion'un
Priene topraklarında olması ve burada yapılan toplantılara başkanlık
edecek rahiplerin Prieneliler arasından seçilmesiydi. İkinci neden ise,
antik çağın yedi bilgesinden biri olan Bias'ın Prieneli
olmasıdır.''Bütün servetimi yanımda taşırım'' diyerek bilginin en büyük
servet olduğuna vurgu yapan Bias'a asıl ününü ise Lidya'nın efsanevi
kralı Kroisos ile yaptığı bir konuşma kazandırmıştır. Kroisos ise
dilimizde maddi zenginliği anlatmak için kullanılan 'Karun kadar zengin'
deyimindeki Karun'dan başkası değildir. Gelelim Bias'la Kroisos arasında
geçen konuşmaya:
Kral Kroisos, İonia'nın karadaki tüm kentlerini haraca bağladıktan
sonra, şimdi de adaları vurmak için gemiler yaptırmaya başlamıştı.
Hazırlıklar böyle bir silahlanmaya göre yapılıyordu ki, Prieneli Bias,
Sardes'e çıkageldi ve Kraisos'un ''İonia'da ne var ne yok'' sorusuna,
silahlanma hesaplarını altüst eden şu cevabı verdi: ''Kral'' dedi
''Bütün adalılar kendilerine birer at tedarik ediyorlar, gelip Sardes'i
vurmayı koymuşlar kafalarına.'' Kroisos ona inandı ve dedi ki: ''Ben de
pek isterdim doğrusu tanrılar adalarda oturanların kafalarına, ata binip
Lidya çocuklarının yanına gelmeyi soksunlar diye''. Çünkü herkes bilirdi
ki, kara savaşında Lidya'lıların üstüne kimse yoktu. Bias sözü aldı:
''Kral, öyle anlıyorum ki,adalıların anakaraya çıkıp at sürmelerini
gerçekten istiyorsun çünkü böylesi gelir senin işine. Ama ya adalılar,
onlar da senin kendilerine karşı gemiler yaptırmaya kalktığını
işittikleri zaman ne diyecekler, aman Lidyalılar denize açılıp
kendilerini tehlikeye atsalar, demeyecekler mi?.'' Bu dobra dobra
karşılık Kroisos'un pek hoşuna gitti. Bias'a inandı ve silahlanmayı
bıraktı.
Suyla şekillenen kader
MÖ 350'de kurulan Priene'nin iyi ve
kötü kaderi suyla şekillenir. Kentin, ilk kurulduğunda Ege Denizi'nin
kıyısında oluşu, adalarla anakaradaki yerleşimler arasında yapılan
ticaretten önemli pay almasını sağlar. Ancak Büyük Menderes Nehri'nin
getirdiği alüvyonlar nedeniyle kent gittikçe denizden uzaklaşır ve 13.
yüzyılda tamamen terkedilir.
Priene antik kentini dolaşırken dikkatinizi en çok şehrin planı çekiyor.
Ünlü şehir plancısı Hippodamos'un fikir babası olduğu ızgara plana göre
inşa edilen kentin birbirini kesen sokaklarında yürürken
terkedildiğinden beri kente ilk gelenin siz olduğunuz duygusuna
kapılıyorsunuz. Dikkat çeken bir diğer yapı ise Athena Tapınağı. Ayağa
kaldırılıp restore edilmiş sütunları nereden bakarsanız bakın görsel
etkisinden hiçbir şey kaybetmiyor. Sırtınızı denize verip baktığınızda,
tapınağın Samsun Dağı'nın heybetiyle yarıştığını görürsünüz. Dağ
tarafından bakıldığında ise ortaya bambaşka bir manzara çıkar. Bu kez
tapınak sonsuzluğa açılan bir kapının eşiğinde durur gibidir.
Gelelim antik kentlerin bir diğer olmazsa olmazına, yani kentin
tiyatrosuna. MÖ 3. yüzyıla tarihlenen ve 5000 kişilik olduğu düşünülen
tiyatro oldukça sağlam durumda. En ön sıradaki beş koltuk ve bunların
tam ortasındaki sunak taşı hemen dikkat çekiyor. Bu koltuklarda kentin
ileri gelenleri oturur, sunak taşında ise oyun başlamadan önce şarap ve
tiyatro tanrısı Dionysos adına kurban töreni yapılırdı. O günlerdeki
yaşantıyı hayal etmemizi kolaylaştıracak bir başka detay da oturma
yerlerinde görülen dört köşe delikler. Bu delikler, izleyicileri
yağmurdan ya da güneşten korumak için kullanılan tentelerin direklerini
tutturmak için kullanılıyordu.
|
Athena Tapınağı'nın sütunları. |
|
Kentten kaçanların yeni adresi: Doğanbey
Priene'den sonra arabayla yapılan on
dakikalık bir yolculuk bizi bölgenin günümüze daha yakın tarihine
götürür. Burası yine Samsun Dağı'nın eteklerine kurulmuş olan bugünkü
adıyla Doğanbey Köyü. Köyün ne zaman kurulduğu bilinmese de ne zaman
terkedildiği ve tekrar ne zaman yaşamaya başladığı biliniyor. Köyün asıl
adı Domatia, mübadele yıllarında gidenlerin yerine yenileri iskan
edilmiş. Ancak, 1959 yılında bölgede yaşanan depremden sonra oturulamaz
hale gelen köy ovaya taşınmış. Evler yıllarca boş kaldıktan sonra 90'lı
yıllarda büyük kentlerden gelen kişilerin bu evleri satın alıp restore
etmesiyle köyün bugünkü doyumsuz manzarası ortaya çıkmış. Bu kişiler
arasında 'köyün mimarı' diyebileceğimiz ve restore edilen birçok evde
imzası olan Sibel Gürses gibi, sürekli burada yaşayanlar bile var.
Doğanbey Köyü'nü gezdikten sonra iyice yorulmuş ve acıkmış olmalısınız.
Buradan sonraki durağımız ise yol bitiyor. Burası Karine, geçmişte
Doğanbey Köyünün limanıymış. Eskiden depo olan yapıların bir ikisi ev
yapılmış, biri ise nefis balıkların ve zeytinyağlıların yapıldığı bir
restorana dönüştürülmüş. Ancak burası öyle turistik bir mekan değil
sadece yerel halkın geldiği bir balıkçı lokantası. Bu nedenle yemekler
güzel, fiyatlar uygun, ortam doğal.
Baharla birlikte en güzel günlerini yaşamaya hazırlanan bölgenin
yakınlarına yolunuz düşerse yazımızın konusu mekanlara zaman ayırın,
Pişman olmazsınız.
Nasıl gidilir
İzmir-Selçuk-Söke yolunda Söke'yi geçer geçmez tabelalar Priene'yi
işaret eder. Ayrımdan yaklaşık 25 kilometre sonra antik kente
ulaşılıyor. Aynı yol devam edildiğinde önce Doğanbey, ardından Karine'ye
geliniyor. Araları 10 kilometre. Özel araba dışında bölgeye ulaşım çok
zor. Çünkü Söke'den kalkan minibüsler Güllübahçe'ye kadar gidiyor,
buradan Priene çok yakın, ama Doğanbey ve Karine'ye düzenli sefer yok.
Nerede kalınır
Bölgede sadece Güllübahçe'de küçük pansiyonlar var. Ancak Selçuk, Söke,
Didim ve Akbük'de konaklamak için pek çokseçenek var. Buralarda
konaklayıp bölgeye rahatlıkla günübirlik geziler yapılabilir.
Nerede ne yenir
Doğanbey, Karine arasında çok sayıda balıkçı lokantası var, Karine' de
ise tek mekan var: Karine Sahil Restoran: Manzaranız Sisam Adası
ve Ege Denizi. Hakan Bingöl.Tel: 0533 312 99 47-0535 480 79 64.
Aklınızda
bulunsun... |
Yaz aylarında
bölge çok sıcak oluyor. Özellikle Priene antik kentini
ziyaretinizi öğlen saatlerine denk düşürmemeye özen gösterin.
* Selçuk tarafından gelirseniz Çamlı Köyü'ndeki Lokomotif
Müzesi'ni ziyaret edin.
* Selçuk, Söke arasındaki Ortaklar'da çöp şiş yemelisiniz.
* Büyük Menderes Deltası'ndaki diğer önemli antik kent olan
Milet'i unutmayın.
* Eski Güllübahçe'yi ve kilisesini mutlaka gezin. |
kür
merkezi
Bu makale Gate dergisinde Nisan 2003 de yayınlanmıştır.