Yazı: İzzeddin
Çalışlar Fotoğraf: Arif Aşçı/ Fatih M. Demirkol/ Haluk
Çobanoğlu/ İbrahim Göksungur/ Mehmet Mutaf/ Ömer Kokal/ Sıtkı Kösemen/
Şakir Eczacıbaşı
|
Arif Aşçı'nın
karesiyle Fener'de aşk. |
Kanıtı
şarkılardır. "İçimde derin bir aşk var sana karşı," diyesi
gelenler, hep şarkılara sarılır. İstanbul'un ortasından
geçip giden su yolunun iki yakanın âşıklarına "Kimse seni
benim gibi uzaktan sevemedi," deme şansı tanımasından olsa
gerek, İstanbul'un diğer romantik şehirlerden bir farkı
vardır. Bu kentin aşkları, bu kentin romantik noktalarıyla
anılmaz. Sanki her âşığın bir ikinci sevgilisi daha vardır,
o da kentin kendisidir. Kimi zaman bir cami silueti, kimi
zaman yemlenen güvercinler, kimi zaman Pierre Loti ile
Aziyade'dir aşkı dile getirmeyi sağlayan. Ertesi gün
değişir, bir iskele oluverir. Bir vapur düdüğü, iki elin
paylaştığı bir simit ve çay bardağı, hatta gariptir ama
Salacak'ta gün batıyorsa, uzaktan gelen bir ezan sesi bile
insanı âşık edebilir yanındakine. Ve insan ister istemez
düşünür: "Yoksa aşk, İstanbul'un hissettirdiklerinin
sevgiliye yansımasından mı ibaret," diye... Romans o denli
yakışır ki bu dekora, Kızkulesi'ni Avrupalılar Leandros
Kulesi diye anarlar. Oysa Leandros'un, sevgilisi Hero'ya
gitmek için denizi aştığı yer burada değil, Gelibolu'dadır.
Olsa olsa her görene aşkı çağrıştırdığından öyle anılır.
Yoksa neden olsun?
Bu şehirde
çok şey görmüş parke taşlar, aşka dair her şeyi duymuş.
Gümüşsuyu'nda Çam Palas'ın bahçesinde tarifsiz güzelliğiyle
yürüyüş yapan Rus Prenses Tamara'yı taa karşı yakadan,
Üsküdar'dan düşleyen delikanlıların gözyaşları o parke
taşlara dökülmüş çünkü. Dillere destan Belkıs hanımın
âşıkları o yokuşları arşınlamış. O yıllar geçmiş, yerine
başka yüzyıl gelmiş ama aşkın kural tanımama gücü hep
sürmüş. Siz kolay mı zannediyorsunuz Fener'de duvarın
üzerine kalp çizmeyi?! Yıldız Parkı'ndaki erguvan ağacının
sert gövdesine çakıyla kalp çizmek de çok zordur. Elleri
çizik içinde kalır insanın. Ya da mahalledeki caminin
duvarına "Ali Ayşe'yi seviyor" yazmak ne büyüklükte bir
cesaret gerektirir ? Haldun Taner'in "Kızkulesi'nin aklı
olsa, Galata Kulesi'ne varırdı, bir sürü çocukları
olurdu..." demesi de boşa değil. Üç ayrı kara parçasına, bir
de üstüne adalara yayılmış şehir, sanki birleşmelere doğal
engeller koymuş gibidir. Zaten o engellerdir bitmez tükenmez
aşk ateşinin yakıtı. Engeller yıkılmadan büyük aşk yaşandığı
nerede görülmüş?
Parke taşlı
sokaklara asfalt döküldükçe sevgililer azalacak diye
korkmayın!
Daha haçla
hilal var Kuzguncuk'da. Altında bin bir randevu verilen saat
var. Ihlamur Kasrı var... Onların gördükleriyle duydukları
da İstanbul âşıklarına daha bir kaç yüzyıl yeter. Bir bakın
etrafınıza. Şu okuldan çıkan çocuklar, köşedeki manav,
motosikletli polis, ünlü kadın romanları yazarı, aşk
filmlerinin unutulmaz yönetmeni, emekli astsubay, yeni
yapılan otelin sahibi, balıkçı Hasan, türbanlı kız, bu
satırların yazarı... Hepsinin kalbi bir başka atıyor bugün.
İçlerinde bir şeyler kıpırdıyor. Hepsi âşık çünkü. Başka
kentlerin sakinleri buna feromenon salgısı ya da organon
kabarcıkları diyebilir. İstanbullular için ise aşktır.
On yıl öncesine kadar böyle bir kutlama yoktu. Sevgililer
Günü'nü sorgusuz sualsiz kabullendi İstanbul. Hiç düşündünüz
mü neden diye? Parke taşlara sorun. Nedenini onlar anlatır.
|
Haluk
Çobanoğlu bu karesiyle hem çocuklara hem de İstanbul'a
sesleniyor. |
Fotoğrafçının gözünden
Parke
taşları size cevap verir mi bilinmez ama, bir şehrin en
yakın tanıkları fotoğrafçılardır. Onların karelerine yansır
tüm anlar. Hüzünler, sevinçler, bekleyişler hep objektife
bir an takılır. Ve alır götürür. Bu sayfalardaki fotoğraflar
onların gözüyle İstanbul ve aşkı anlatıyor.
Şakir
Eczacıbaşı
"Sinan'ın
1580'lerde yarattığı Şemsi Ahmet Paşa Külliyesi... Deniz
karayla birleşmiş... Akıl almaz bir uyum... Avlunun
duvarındaki rıhtım boyunca uzanan pencereler, karşı kıyının
en etkili görüntülerine açılır. Sinan'ın büyük
yapıtlarındaki yücelik bu külliyede yok ama bence bu,
Sinan'ın en şiirsel yapıtıdır."
Fatih M.
Demirkol
"Haçla
Hilal'in aşkı İstanbul... Zamanla birbirlerine âşık etmiş
onları. Boğaz'ı seyrediyorlar. Bu aşkı Kuzguncuk'ta yaşayıp
görmeyenler, görmezden gelenler olmuş. Ama onlar hep omuz
omuza...Aynı gökyüzü altında."
|
Sıtkı
Kösemen'den İstanbul'da randevu. |
Mehmet Mutaf
"Nasıl bir
erkek kadınsız, bir kadın da erkeksiz düşünülemezse
İstanbul'u da susuz düşünemiyorum. Her kadının ruhu gibi
fırtınalı olan deniz de ona direnmeye çalışan ama deniz
olmayınca da hiçbir işe yaramayan senelerin iskelesini içine
almak üzere. İskele deniz, deniz iskele."
Sıtkı
Kösemen
"Farkında
olmadan sizi başka durumlara başka düşüncelere sürükleyen
bir enstalasyon, bir sanat eseri değerinde... Bir saat! "
Arif Aşçı
"Fener...
Kırgın iki âşık... Kız ağlıyor, oğlan sakinleştirmeye
çalışıyor. Aralarından ne olduğunu anlamama imkan yok.
Fotoğrafı bastığımda, duvara çizilmiş kalbi gördüm. Kırık
olup olmadığını bimiyorum."
Ömer Kokal
"Padihşahların
avlanmak için geldikleri Ihlamur Kasrı'na bakan pencere? Her
sabah iki güvercin konar. Yitip giden İstanbul'u mu
konuşurlar, İstanbul'a bakarak özgürce yaşadıkları aşklarını
mı?"
Haluk
Çobanoğlu
"Ne
umutlarla gelinen ve ne umutlarla terkedilen bir şehirdir
bu. Kapısı açık bir kuş kafesi gibi. Kendisinden uzaklara
uçulamayan... Uçmayı unutturacak kadar da şehvetli. Ama bu
büyük kafesin içindeki o kafes niye? Çocuklar, size
sesleniyorum, işitiyor musunuz?"
İbrahim
Göksungur
"Haliç
tepeleri... Piyer Loti... Sevdiğinizle... Hey koca Şehir!
Bir bardak çayın dumanında sarmalar insanı. Alır götürür
maviliklerine, derinliklerine."
Bu makale Gate dergisinde Şubat 2003 de yayınlanmıştır.