|
GURURLU KARTALIN ÜLKESİ : ARNAVUTLUK
Yazı: Ömer Kokal Fotoğraf:
Ömer Kokal
Balkanlar’ın adı savaşlarla gündeme gelen ,hafızalarımızda ise İtalya sahillerine yanaşmak isteyen içi tıkabasa insan dolu gemi fotoğrafıyla iz bırakan ülkesi Arnavutluk. 435 yıl Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetiminde kalan,nüfusunun yüzde yetmişi müslüman olan,M.Ö.2.binyıldan beri, sadece bu ülkede konuşulan bir dili kullanan ve Türkiye’ye 800 kilometrelik bir mesafede olmasına rağmen hakkında pek az şey bildiğimiz Arnavutluk ihtişamlı dağları,olağanüstü peyzajı, müze kentleri ve hala süren geleneksel yaşamıyla ziyaretçileri görsel anlamda fazlasıyla tatmin edebiliyor. Ancak aynı şeyleri ülke içi ulaşım ve konaklama için söylemek pek mümkün değil.Bu durum önceden bilinir ve bu konulardaki beklentiler minimumda tutulursa sorun yok. Bizde yola çıkarken Arnavutluk’la ilgili tüm olumsuz koşulları göze aldık.İstanbul’dan özel arabayla başlayan yolculuğumuz Bulgaristan ve Makedonya’dan geçerek Arnavutluk sınırına kadar yaklaşık bir gün sürdü.Makedonya ile Arnavutluk arasında kalan ve iki ülkeye kıyısı olan Ohri gölünün yanından sabahın erken saatlerinde Arnavutluk’a girdik.Sınırda pek fazla araba yok , yaya geçiş yapanlar çoğunlukta.Görevliler bize karşı oldukça nazikler.İşlemlerimiz çok kısa sürede hallediliyor.Arnavutluk sınırında 20$ karşılığında vize alabiliyorsunuz. Bizi şaşırtan ilk şey sınırdan itibaren yol boyunca dağlara, ovalara ve Ohri gölü kıyısına inşa edilmiş olan binlerce beton makineli tüfek yuvası .Bu konudaki rakamlar son derece ilginç , ülkede Enver Hoca döneminden kalan yaklaşık yedi yüz bin makineli tüfek yuvası var.Ülke nufusunun üçbuçuk milyon kişi olduğu düşünülürse, kişi başına kaç adet düştüğünü varın siz hesaplayın. Bugün artık işlevini yitirmiş olan bu yapıların büyük olanları samanlık,ev,depo veya kafe olarak kullanılıyor.Arnavutluk’un geçmişini simgeleyen bu yapılar dışarıdan gelebilecek saldırı paranoyasının boyutlarınıda anlamamızı sağlıyor. Balkanlar’la Adriyatik Denizi arasında kalan Arnavutluk’ta hem Balkan , hem de Akdeniz kültürünün etkilerini görmek mümkün.İç bölgelerde görülen yoğun Balkan etkisi , kıyı şeridine inildikçe yerini Akdeniz kültürünün etkisine bırakıyor. Elbasan üzerinden başkent Tiran’a ulaşıyoruz.Tiran’da ise ülkenin bugününü simgeleyen şeyle karşılaşıyoruz.Çanak antenler.Nasıl yol boyunca dağ taş makineli tüfek yuvalarıyla doluysa ,kentteki tüm binaların cepheleride çanak antenlerle doldurulmuş.Televizyon, yıllarca süren dış dünyaya kapalı yaşam sonrası , halk için dünyayı tanımanın en hızlı ve ekonomik yolu durumunda.Bu nedenle televizyon ve anten edinebilmek halkın ideali haline gelmiş. Arnavutluk’taki ilk durağımız olan Tiran, ülkede az bulunan düz bir alana kurulmuş. Yaklaşık üç yüz bin kişinin yaşadığı Tiran lüks otelleri,ünlü markaların mağazaları ve havaalanıyla Arnavutluk’un dünyaya açılan tek kapısı. Şehrin yollarında trafik lambası yok .Tüm arabalar ve yayalar hisleriyle hareket ediyorlar.İstanbul’da yaşamanın avantajıyla bu durum karşısında hiç zorlanmıyoruz.İstanbul’da trafik lambası olmasına rağmen yokmuş gibi hareket etmek ve arabalara kırmızı ışık yanarken bile bir yaya olarak son derece dikkatli olmak konusundaki birikimimiz burada fazlasıyla işimize yarıyor. Tiran’da otel fiyatları çok yüksek .Ya çok iyi oteller var ,ya da çok kötü.İyi otellerin fiyatı 120$,kötüleri ise 60$ civarı.Doğal olarak ucuz olanı seçiyoruz.Kirli çarşaflı ve kilitlenmeyen kapılı odamızda otelin alt katında sabaha kadar süren bir Arnavut düğününün patlak kolonlardan gelen müziği eşliğinde uyumaya çalışıyoruz. Sabah erkenden yola çıkıyoruz bugünkü durağımız Tiran’ın 30 kilometre kuzeyinde yer alan “Fush Kuraja” kasabası. Fush Kuraja’da bulunan kale Arnavutluk’un milli kahramanı sayılan Skanderberg (George Kastrioti) ye ait .14.yüzyılda inşa edilmiş olan kale yıllarca Osmanlı’nın saldırılarına karşı direnmiş. Kasaba’nın çarşısı tipik Türk çarşılarını özellikle Safranbolu’nun arasta olarak adlandırılan çarşısını çağrıştırıyor. Zaten uluslararası rehber kitaplarda da çarşı “Turkısh bazaar” olarak geçiyor.Fush Kuraja’da asıl ilgimizi çeken yapı ise bir Bektaşi türbesi.Hacı Bektaşi Veli’nin dervişlerinden Sarı Saltuk’a ait olan türbe ziyaretçi kaynıyor.Osmanlı henüz bölgeye gelmeden çok önce Bektaşiler tüm Balkanlara yayıldılar.Hacı Bektaşi Veli’nin Balkanlara gönderdiği kırk dervişten biri olan Sarı derviş için “Sarı’yı salduk Balkanlar’a” demesi dervişin adının “Sarı Saltuk” olmasının nedeni.
Öğlen saatlerinde Fush Kuraja’dan ayrılıyoruz.Akşam saatlerinde Adriyatik kıyısındaki liman kenti Durres’e ulaşıyoruz. Durres bizi hayal kırıklığına uğratıyor.Adriyatik kıyısında hoş bir sayfiye kenti göreceğimizi düşünürken, sanayi tesislerinin hakim olduğu çirkin bir görüntüyle karşılaşıyoruz.Yüz bin kişiye yakın nüfusuyla Arnavutluk’un ikinci büyük kenti olan Durres’te de Tiran’da ki gibi heykeller şehir peyzajının önemli bir parçası.Ancak bu heykeller estetik kaygıdan çok geçmişteki yönetimin gücünü göstermek ve halktaki mücadele ruhunu canlı tutmak amacıyla yapılmış gibi.Çünkü heykellerdeki insan figürlerinin neredeyse tamamı silahlı ve savaşa hazır gibi tasvir edilmiş.Durres pek ilgimizi çekmiyor, bu nedenle kıyıda bir kahve içip hemen yola koyuluyoruz.
Yol boyunca dağların muhteşem görüntüsü bize eşlik ediyor.Arnavut halkının ülkeleri için “Kartalın Ülkesi” demelerinin nedenini şimdi daha iyi anlıyoruz.Arnavutluk topraklarının büyük bölümü 2000 metrenin üzerindeki dağlarla kaplı.Hal böyle olunca bu kadar yüksekte ancak kartallar yaşar diye düşünüp ülkelerine bu adı vermiş olmalılar.Kartal aynı zamanda Arnavutlar’ın bayraklarında da kullandıkları bir figür.Sanırım kendilerine yaptıkları kartal yakıştırması sadece yükseklikle ilgili değil.Arnavut halkında göze çarpan en önemli özellik odukça gururlu olmaları.Son derece misafirperver olmalarına karşın siz istemedikçe sizinle konuşmuyorlar.Konuşmaya başladığınızda ise oldukça saygılı ellerinden gelen yardımı yapıyorlar.Sadece çocuklar sizinle rahatlıkla konuşabiliyorlar. Rotamızı ülkenin güneyine çeviriyoruz.Güneydeki ilk durağımız Berat Arnavutluk’un mimari anlamda en renkli kentlerinden biri.Tam anlamıyla mimari bir açık hava müzesi görünümünde.Kentteki yapılarda ve insanlarda farklı dinlerin ve kültürün etkileri hemen farkediliyor. Berat, Arnavutluk’taki dinsel karışımı en iyi anlatan şehirlerden biri.Şehir üç ayrı bölümden oluşuyor.Nehrin bir tarafındaki mahallede müslüman Arnavutlar, diğer tarafındaki mahallede ise hıristiyan Arnavutlar yaşamlarını sürdürüyor. 1780 yılında Osmanlı tarafından inşa edilen yedi kemerli köprü ise ilk günkü ihtişamıyla iki yakayı birbirine bağlıyor.Berat’ın en yüksek noktasındaki kale ise oldukça ilginç.Yüksek surlarla çevrili kalenin içinde yaşam devam ediyor.Ortaçağ kenti görünümündeki bu mahallede ise ortodokslar yaşıyor.Kalenin içinde 14.yüzyıldan kalma kilise hala sapasağlam ayakta.
Osum nehrinin iki yanındaki terasa sıralanmış beyaz boyalı, kırmızı çatılı evleri, camileri,küçük kiliseleri ve kalesiyle son derece heyecan verci bir kent ola Berat’tın evlerinde ilk önce pencereler göze çarpıyor.Bu manzara karşısında, Berat’ı tanımlarken Arnavutlar’ın kullandıkları ”bin pencereli şehir” sözüne hak vermeden edemiyorsunuz. Arnavutlar’ın ataları olan İllyrian’lar M.Ö.3.yüzyılda bölgeye ilk yerleşenler.Şehrin o dönemdeki adı Antipatria.O günlerden günümüze kadar aynı yerde devam eden yerleşimin mimari dokusu hiç bozulmamış.Yeni binalar Berat’ın dışındaki alanlara inşa edilerek eski kentin korunması sağlanabilmiş. Eski evler oldukça bakımlı,şehrin Arnavut kaldırımlı sokakları ise pırıl pırıl.Aklıma çocukken İstanbul’daki evimizin önünden geçen Arnavut kaldırımlı sokağın nasıl bir günde simsiyah asfaltla kaplandığı geliyor.Berat’taki taş döşeli bu tertemiz sokaklar asfaltın uygarlık olmadığının bir göstergesi.Berat , ülkemizin gözünü asfalt bürümüş yerel yönetimlerine örnek olacak bir kent. 15.yüzyıldan itibaren Osmanlı kenti görünümü kazanmaya başlayan Berat o dönemin en çok tanınan şehirlerinden biriymiş.Evliya Çelebi Berat’ı ziyaret etmiş ve ünlü “Seyahatname”sine kentte 19 müslüman ,10 hıristiyan ve 1 musevi mahallesi olduğunu yazmış. Geceyi Berat’ta geçirip ertesi gün Yunanistan sınırına yakın olan bir başka müze kente doğru yola çıkıyoruz. Arnavutluk’taki son durağımız olan Gjırokastra üç, dört katlı kule evlerin bulunduğu bir kent.Berat gibi Gjırokastra ‘da mimari anlamda tam bir açık hava müzesi.Kentin antik adı olan Argyrokastron İllyrian’lı bir prenses olan Argyro’dan geliyor. Kentteki evlerin çoğu Arnavutluk’un diğer yerleşimlerinde olduğu gibi boş.Sokaklar son derece sessiz..Gerek yüzyıllar boyu süren istilalar, gerekse ekonomik problemler nedeniyle şu anda Arnavutluk’ta yaşayan insan sayısı kadar nüfus yurt dışında yaşıyor.15.yüzyılda Sırbistan’a,16.yüzyılda Yunanistan ve İtalya’ya,19. ve 20.yüzyıl’da ise Yunanistan,İtalya ve İsviçre’ye yoğun olarak göç eden Arnavut halkının , yurtdışında yaşayan insan sayısı yaklaşık üçbuçuk milyon olduğu tahmin ediliyor. Arnavutluk yıllarca dünyaya kapalı kalmanın hem avantajlarını , hem de dezavantajlarını fazlasıyla yaşayan bir ülke.Umarım beş ,on yıl içinde çevresindeki diğer ülkelerle arasındaki farkı kapatır. Dileğim bu farkı kapatırken özellikle globalleşmenin etnik yaşam üzerinde yarattığı etkilerden mümkün olduğu kadar az etkilenmesi. Yazının başında, Arnavutluk’ta yaklaşık dört bin yıldır kullanılan İllyrian diliyle “tungjanjeta” yani merheba diyemedim, ama aynı dille “lamtumire” yani hoşçakalın demek sanırım yazıyı bitirmek için uygun olur.
REHBER:
Vize ve Elçilik:
Arnavutluk Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından vize istemiyor,ancak ülkeye girerken sınırda 20$ ödemeniz gerekiyor. Arnavutluk Konsolosluğu. Valikonağı Cad.Ekmek Fabrikası sk.No:4 Nişantaşı Tel(0212) 296 24 27 – 232 16 39
Ulaşım:
Konaklama:
Tiran Hotel Tirana.Skanderberg meydanı.60$.
Hotel Dajiti.Lana nehrinin kenarında.90$ Fush Kuraja Hotel Skanderbeu.Otobüs terminalinin yanında.30$. Durres Hotel İllyria.20$. Berat Hotel Tomori.45$.
|