Yazı
ve Fotoğraflar:
Ömer Kokal
Tarihi, kültürü ve doğal güzellikleriyle Ege'nin gözde yerlerinden
Tire, el sanatları, evleri, çarşısı ve yemek kültürüyle de zengin turizm
değerlerine sahip.
İzmir’den başlayıp Marmaris’e uzanan
turizmin “ipek yolu”, pek çoğumuzun tatil için seçtiği mekanlara ev
sahipliği yapar. Selçuk, Kuşadası, Didim, Bodrum gibi turizm
yerleşimlerinin yanında Efes, Priene, Milet, Heraklıa gibi ülkemizin
önemli antik kentleride yine bu yol üzerinde.
İşte,
özellikle bahar ve yaz aylarında sıkça kullanılan bu yolda yemek
kültürüyle, geleneksel el sanatlarıyla, güçlü mimarisiyle sizlere “ben
buraya daha önce neden gelmemişim” dedirtecek bir yerleşim var. Burası
Ege’nin her anlamda en iyi korunabilmiş kasabalarından Tire.
İzmir’den
Selçuk yönüne giderken Torbalı’yı geçer geçmez sola doğru ayrılan
yoldaki tabelalar Tire’yi işaret eder. Bu sapaktan başlayan yol, Küçük
Menderes Ovası’nın bereketli toprakları üzerinden geçerek yaklaşık 40
kilometre sonra Tire’ye ulaşır.
Bir tarafında
Boz Dağ, diğer tarafında Aydın Dağları bulunan Tire’nin renkli evleri
ziyaretçileri karşılar. Küçük Menderes Nehri’nin zenginleştirdiği
ovayla, dağ yamaçları arasına kurulmuş olan Tire’yi anlatmaya bölgede
geçen mitolojik bir öyküyle başlamak sanırım uygun olur.
“Küçük
Menderes Ovası’na yukarıdan bakan heybetli Tmolos Dağı’nda (Bozdağ) lir
çalıp şarkılar söyleyerek vakit geçirirdi Güneş Tanrısı Apollon. Müzik
konusunda en iyi olduğunu düşünürdü Apollon ve gün boyu lirinden çıkan
ezgiler yankılanırdı Tmolos Dağı’nda . Ancak , dağda bir çalgıcı daha
vardı. Dağın otlaklarında flüt çalarak sürülerini otlatan çoban
Marsyas’ta oldukça usta bir çalgıcıydı. Apollon, birgün “Bu dağa iki
usta çalgıcı fazla” diyerek çoban Marsyas’ı yarışmaya çağırdı. Dağın
tanrısı Tmolos’ta yarışmanın jürisi oldu. İki usta çalgıcı jüri önünde
tüm hünerlerini gösterdiler. Tmolos, Apollon’un birinci seçti. Ancak, o
sırada oradan geçmekte olan ve yarışmaya izleyen Frig Kralı Midas duruma
müdahale etti. Marsyas’ın daha iyi çaldığını ve onun yarışmanın
birincisi olması gerektiğini söyledi. Apollon, bu duruma çok sinirlendi,
iyi bir müzik kulağı olmadığını söyleyerek Midas’ı eşek kulaklı yaptı.
Ancak Apollon’un öfkesi dinmedi, çoban Marsyas’ı da derisini yüzdürerek
cezalandırdı.”
Günümüzden
yaklaşık ikibin yıl önce bu öyküyü dinleyen antik dünyanın sanatçıları,
çoban Marsyas’ın çektiği acılardan etkilenerek onu tasvir eden
heykellerini yaptılar. Bugün bu heykellerden biri Tire’nin mütevazi
müzesinde sessizce ziyaretçilerini bekliyor.
Ancak,
Tire’nin ne geçmişi, ne de ziyaretçilerine sundukları müzesi gibi
mütevazi değil. Kentin tarihi, Lidya dönemine kadar uzanıyor. M.Ö. 6.
yüzyılda bölgenin hakimi olan Lidya’lılar zamanında kentin adı kale
anlamına gelen Tyrha. Lidya için kentin önemi büyük, çünkü Tire konum
itibariyle İyonya’nın önemli kenti Efes’le Lidya’nın başkenti Sardes’in
tam ortasında. Efes, Tire, Bozdağ, Sardes hattı o dönemin en önemli
ticaret yolu.
13. yüzyılda
Aydınoğulları ile başlayan Türk egemenliği, 1426 yılında Osmanlı’nın
kenti almasıyla sürer. Türklerle birlikte eski ticaret yolu yön
değiştirir, ancak Tire yine önemli bir kenttir. Osmanlı İmparatorluğu
döneminde ticaret yolu Efes, Tire, İzmir, Manisa hattında
uzanır.
Günümüzde
geleni , gideni az olsa da tarih boyunca Şeyh Bedreddin, Kanuni, Timur
gibi birçok ünlü konuğu olur Tire’nin. II.Mahmud döneminde Bektaşiler,
Aydınoğullarından Sasa Bey döneminde Efes halkının bir bölümü, Büyük
İskender zamanında ise Filistin’den getirilen Yahudiler Tire’de iskan
edilir. Mübadele yıllarında da Girit’ten gelen Türkler Tire’ye yerleşir.
Yüzyıllar boyu süren bu göçler
ve canlı ticaret yaşamı, hayatı yaşanır kılan ve ona anlam katan sanat
ve zenaatın Tire’de fazlasıyla gelişmesini sağlar.
Keçeciler,
urgancılar, saraçlar, kalaycılar, semerciler ve nalıncılar sayıları
oldukça azalmış olsa da Tire’nin çarşısında sıralanan dükkanlarda hala
geleneksel yöntemlerle üretim yapmaya devam ediyorlar. Türkiye’nin belki
de son nalıncısı Cemil Tolga’da bu çarşıda ısrarla mesleğini sürdüren
zanaatkarlardan biri. Ne plastik terliklerin kuşatması, ne de insanların
el sanatlarına olan vefasızlığı onu yıldıramamış. Tam tamına elliyedi
yıldır allı morlu rengarenk nalınlar yapıyor.
Tire’nin
çarşısındaki bir diğer zenaatkar da elli iki yıldır keçecilik yapan Hulki
usta. Küçücük dükkanında Tire’nin sırtını yasladığı Güme dağındaki
köylerden sipariş edilen keçelerine rengarenk desenler yapmayı o da
ısrarla sürdürüyor.
Son derece
renkli el zanaatlarının yanında, Tire’nin mimarisi ve yemekleri de
yıllarca süren kültürel harmanlanmanın izlerini taşıyor.
Civit
mavisiyle, güneş sarısı, vişne rengiyle, doğanın yeşili Tire evlerinin
cephelerinde uyum içinde yanyana gelerek gökkuşağını sokaklara
taşımışlar. Bu küçücük evlerini bahar ayları geldiğinde özenle boyamaya
başlıyor Tire’nin sakinleri. Kentin sokaklarında dolaşırken mutlaka
evini boyayan birilerine rastlarsınız.
Tire
mimarisinin öne çıkan en önemli yapıları ise camileri. 15 ile 18. yüzyıl
arasında yapılan tam 41 cami Tire’nin mücevherleri gibi. Her caminin
birbirinden farklı desenlerle bezeli minareleri Tire’nin siluetini
oluşturuyor.
Tire
köftesi ve mevsimine göre çeşitli otlardan yapılan zeytinyağlılar Tire
mutfağının öne çıkan yemekleri. Doğada yetişen her ottan yemek
yapmalarıyla tanınan Girit’li Türkler’in etkisi Tire mutfağında
kendisini fazlasıyla gösteriyor. Tire’nin zengin mutfağını hem de
manzaralı bir mekan da denemek isterseniz adresiniz Cambaz Köyü olmalı.
Köydeki Efe Restoran gerek tüm Küçük Menderes Ovası’na hakim manzarası,
gerekse nefis lezzetleri ve sahibi Hasan Doğan’ın sohbetleriyle farklı
bir mekan.
Isırgan,
radike, arapsaçı gibi otlarla yapılan yemeklerin ardından yenilen,
tuzsuz lor peynirinin üzerine karadut reçeli dökülerek yapılan tatlı,
Tire’yle ilgili hoş bir sürpriz olarak karşınıza çıkıyor.
Ancak,
Tire’ye özgü sürprizler bitecek gibi değil. Ülkemizde sadece Tire’de
oynanan ve “Karambol” adı verilen bilardoyu andıran oyun bu
sürprizlerden bir diğeri. Yaklaşık 13X 4 metre ölçülerinde ve etrafı 20
cm. yüksekliğinde tahtalarla çevrilmiş beton bir alanda , tahtadan
yapılmış toplara parmakla vurularak oynanan oyunun Yahudiler’den miras
kaldığı düşünülüyor. Tire’nin çok sayıdaki parkından biri olan Alay
Park’ta, bu oyunu oynayanları izleyebilirsiniz.
Her
Salı kurulan ve neredeyse Tire’nin tüm sokaklarına yayılan pazarın
büyüklüğü kentin geçmişteki ticari gücünün göstergesi gibi. Bereketli
Küçük Menderes Ovasında yetişen taptaze meyvelerin, sebzelerin ve
geleneksel ürünlerin satıldığı pazarı dolaşırken vaktin nasıl geçtiğini
anlamıyorsunuz. Pazar o kadar ünlü olmuşki İzmir’den alışveriş için
gelenlerin yanında, Selçuk ve Kuşadası gibi yakın çevredeki turistik
yerleşimlerden gelen turist kafileleri de pazarın müdavimleri arasına
girmiş. Buralardaki tur operatörleri her Salı Tire’ye günübirlik tur
düzenliyorlar.
Pazarı
dolaşmaktan yorulduğunuzda heybetli çınar ağaçlarıyla gölgelenen mahalle
kahvehanelerinde içilen okkalı bir Türk kahvesi tüm yorgunluğunuzu
alır. Bu kahvehanelerde sürdürülen bir başka gelenekte nargiledir. Tabii
Tire’li nargileyi ne gelenek devam etsin, ne de moda olduğu için içmez.
Onlar için nargile ya sohbetlerin yarenidir ya da kendini dinleme aracı.
Konuşmayı seven canayakın Tire insanı sizi de bu sohbetlerine ortak
eder. Kahvenizi yudumlarken, farketmeden kendinizi koyu bir sohbetin
içinde buluverirsiniz.
Bu
sohbetler sırasında Tire ile ilgili çok şey öğrenirsiniz onlardan.
Tire’nin urganlarının ne kadar meşhur ve sağlam olduğunu , hatta Fatih
Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethederken gemilerini karadan Tire
urganlarıyla çektirdiğini anlatabilirler size. Ya da 15. yüzyıldan 18.
yüzyıla kadar tam üç yüzyıl boyunca Tire’nin, Osmanlı İmparatorluğu’nun
darphanesi olduğunu ve imparatorluğun paralarının burada basıldığını da
bu sohbetler sırasında öğrenebilirsiniz.
Ancak, ne
Tire ile ilgili kaynaklarda, ne de bu kahvehanelerde ki sohbetlerde
öğrenemeyeceğiniz, sadece biraz dikkatle baktığınızda görebileceğiniz
birşey vardır. Tire, sanki Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmış üç
şehre öykünür gibidir. Güme Dağı’nın eteklerinde ki yedi tepeye
kurulmuş olması İstanbul’u, ağaçları ve yeşili Bursa’yı, camileri ise
Edirne ‘yi çağrıştırır.
Eğer
yolunuz birgün İzmir’e düşerse, ya da Selçuk taraflarına giderseniz
günübirlik dahi olsa Tire’ye uğramalısınız. İnanın pişman olmazsınız.
YAPMADAN
DÖNMEYİN :
Eğer birgün yolunuz İzmir’in Tire ilçesine düşerse,
-
Müzesini gezmeden,
-
Tire Köftesi yemeden,
-
Keçe almadan,
-
Karambol oyununu izlemeden,
-
Karadutlu loru tadmadan,
-
Camilerini ve evlerini yakından görmeden dönmeyin.
Bu makale On Air dergisinde Mayıs 2005 de yayınlanmıştır.