Her iki semtte de
mimari o günlerden beri çok az değişmiştir. Heykellerin pek de hoş
karşılanmadığı günlerde, bina cephelerinde kullanılan insan tasvirlerini
İstanbul halkı hiç yadırgamamış. Bu durumun en önemli nedeni, Beyoğlu ve
Galata'nın taihî' olarak çok gerilere giden bir Ceneviz-Venedik
yerleşimi olması ve toplumsal yaşam biçimi açısından Batı'ya zaten açık
olmasıdır. Geçtiğimiz yüzyılın mimarisi bugün 'Cephe Mimarlığı' olarak
tanımlanır. Bu tanımlamanın nedeni bina cephelerinde mask, heykel,
bitkisel motif, sütun gibi süslemelerin çokça kullanılmasıdır. Bu açıdan
bakıldığında o dönemin mimarlarının yaşadığı sıkıntılar kolayca
anlaşılabilir. Çünkü, Tanzimat ile birlikte yeni mimarlık yasalarının
uygulamaya konulduğu böylesi bir dönemde, başarılı ve beğeni toplayan
bir mimar olmak zordur.
Ayrıca, tasarımın yanı
sıra görsel etkinin yaratılmasında o dönem için temel mimari öğelerden
olan süslemelerde yapacağı tercih, geleneksel motifler yönünde mi
olmalıdır, yoksa Batı kökenli motifler mi kullanılmalıdır? Başta
padişahlar olmak üzere dönemin ileri gelenleri tercihlerini Batı'dan
esen rüzgârlar yönünde kullanınca, mimarın da tercihi belli olmuştur.
İşte bu yüzden mimarların sanat yapmaktansa öykü anlatmayı tercih
ettikleri bir dönemdir, 19. yüzyıl. Batı etkileri ile birlikte, mal
sahiplerinin güç gösterme isteği ve cephelerdeki tekdüzeliği estetiğe
çevirme düşüncesi bu maskların ve heykellerin ortaya çıkma nedenidir.
Cephelerde kullanılan bu yüz figürlerinin ve karyatidlerin mimari olarak
bir işlevi yoktur.