SEVGİ VE BARIŞIN ÖLÜMSÜZ SESİ: YUNUS EMRE
Yazı: Ömer Kokal Fotoğraf: Ömer Kokal
Yıl 1237, Selçuklu'ya en parlak günlerini yaşatan I. Alaeddin Keykubad yaşama veda eder. Bu tarihten itibaren Selçuklu tarihinin en kötü günleri başlar. Bitmez tükenmez Moğol saldırıları yetmezmiş gibi iktidar kavgaları da devleti kötü sona doğru hızla sürükler. Bütün bunların üstüne halk arasındaki din ve mezhep çatışmalarıyla uzun kıtlık yılları da eklenince, 1308'de Selçuklu devletinin Anadolu'daki 237 yıllık tarihi sona erer. 1238-1320 yılları arasında yaşadığı düşünülen Yunus Emre işte böyle bir ortamda Anadolu'yu dolaşarak ırk, din, mezhep ayrımı yapmadan herkese sevgi, barış ve hoşgörü dolu şiirlerini sunar. Çünkü, o 'Varlığın Birliği'ne, yani Tanrı ile insanın bir özde birleştiğine, insanın Tanrı'nın yeryüzündeki yansıması olduğuna inanır. Bu nedenle insanların yanlış davranışları hoşgörülmelidir: "Yaratılmışı severiz, yaratandan ötürü."Yunus'un tasavvufla tanışmasının öyküsü, Vilayetname-i Hacı Bektaş Veli adlı menakıbnamede şöyle anlatılır: Anadolu'da kıtlık yıllarıdır. Genç Yunus, köyünün buğday ihtiyacı için Hacı Bektaş Veli'nin dergâhına gider. Dergâha eli boş gitmek istemez. Kırlardan alıç toplayıp Hacı Bektaş Veli'ye götürür. Bu davranışı karşısında Veli, genç Yunus'un dergâha katılmasını ister ve sorar, "Buğday mı istersin, erenlerin himmetini mi?"... "Buğday", der genç Yunus. "O alıçların her birine nefes verelim, çekirdekleri içinde himmet eyleyelim" diye son kez sorarlar. Ancak Yunus vazgeçmez. Buğdayını yüklenir ve dergâhtan ayrılır. Yolda gelir aklı başına. "N'ettim ben...." der kendi kendine, "buğday yenir, tükenir ama himmet bir ömür boyu yeter." Dergâha geri döner. Fakat iş işten geçmiş, himmetin anahtarı Tapduk Emre'ye verilmiştir. Gidip Tapduk'un dergâhından almasını söylerler himmetini. Böyle biter genç Yunus'un tırtıllık dönemi ve kırk yıl sürecek olan koza dönemi başlar. Kırk yıl Tapduk Emre'nin dergâhına odun keser, himmet alır. Kırk yıl boyunca "dergâha eğrilik girmez" diyerek tek bir eğri odun getirmez. Kırk yılın sonunda o artık kelebektir ve Tanrı'ya doğru uçmanın zamanıdır. Kırk yılın sonunda o artık Yunus Emre'dir. "Taptuğun tapusunda, kul olduk kapusunda, Yunus miskin, çiğ idik; piştik elhamdülillah!"
Tasavvuf'ta dervişlerin yaşamı ipekböceğinin yaşamına benzetilir. Her birinin yaşamında bir tırtıl, bir koza, bir de kelebek dönemi vardır. Ayrıca, tasavvuf geleneği varlığı bir bütün olarak düşünür. Yunus da bu geleneğin temsilcisi, aynı zamanda öğreticisi olarak şiirlerinde tasavvuf ahlakına ve anlayışına denk düşen mesajlar verir. Bu ahlak, iradeden ve benlikten kurtulma ahlakıdır. Tanrı'ya ancak böyle ulaşılabilir, ancak böyle insanlar birbirlerini daha kolay anlayabilir. Evrensel barış ancak insanların birbirlerini anlamaları ve kendileri için ne istiyorsa, diğer canlılar için de aynısını istemeleri ile sağlanabilir. "Sen seni ne sanursan / Ayruğa da anı san / Dört kitabın manası / Budur eğer var ise" Yunus, olgunlaşma döneminde Anadolu'da birçok yeri gezmiş, halka tasavvufi düşüncelerini ve şiirlerini aracısız sunmuştur. Bu yolculukları sırasında Yunus, Konya'ya da gider. Konya dönemin ilim ve kültür merkezidir. Bunun en önemli nedeni de Mevlânâ'nın varlığıdır. Yunus, Konya'da Mevlânâ ile görüşür, meclislerine katılır.
Bu görüşmeyi dizelerinde şöyle anlatır; "Mevlânâ Hüdavendigar bize nazar kılalı / Onun görklü (güzel) nazarı gönlümüz aynasıdır" Mevlânâ da Yunus'a bir dizesi ile öğüt verir; "Çobanı berk (sağlam) dut kurdun öküşdür (çoktur) / İşit benden karakuzum, karakuz" Yunus'un yaşamı ile ilgili detaylı bilgi yoktur. Yaşamının büyük bir bölümü halkın rivayet ve efsaneleri ile şekillenir. Ayrıca, hiçbir yerde resmine rastlanmaz. Belki de Türk insanı 750 yıl boyunca Yunus'u gönlünde bir ses olarak yaşatmayı tercih etmiş, bu nedenle resmini yapmaya gerek duymamıştır. Onu her okuyan kendi hayal gücüyle, kendine göre resmeder. Ancak, Anadolu insanı Yunus'un mezarı konusunda resmini yapmamakta gösterdiği tavrın tersini göstermiş ve Anadolu'nun birçok yerleşiminde türbesini yaptırmıştır. Yunus'a duydukları coşkulu sevgileri onu sahiplenmelerinin nedenidir. Eskişehir Sarıköy'de, Karaman'da, Manisa Emreköy'de, Erzurum Dutçuköy'de, Keçiborlu'da ve Anadolu'daki daha birçok yerleşimde türbesinin bulunması bu sevgidendir.
Belki de Yunus yaşamını ve suretini bilinçli olarak saklayarak dikkatimizi şiirlerine çekmek istemiştir. Kişiyi ve yerelliği aşıp insanlığı ve evrenselliği yakalayan bu şiirlerde dünyanın yaşanası bir yer olması için gereken her şey vardır. Kimi zaman ayrımcılığa tavır; "Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan, Halka müderris olsa hakikatte asidür", kimi zaman hoşgörü; "Biz kimseye kin tutmayız / Kamu âlem birdir bize", kimi zaman insana saygı; "İki cihan bedbahtı / Kim gönül yıkar ise", kimi zaman tevazu; "Benim bir karıncaya bile / Ulu nazarım vardır", kimi zaman kişinin dönüp kendini eleştirmesi;"Dahı birgün sana sataşmadın sen, Dahı birgün dağından aşmadın sen", kimi zaman insanların aralarında fark olmadığı; "Bir çeşmeden sızan su, acı tatlı olmaya", kimi zaman kibirin insana yakışmadığı; "Niçe tahta binenler yire düştü / Niçe benim diyene sinek üşdi", kimi zaman kişinin cimri olmaması gerektiği; "Kazancın kendünün kendüye virmez / Eli bağlı durur hayr işe girmez", kimi zamanda dedikodunun kötülüğü; "Kişi bile söz demini / demeye sözün kemini", kimi zaman da beylerin halka zulmünü taşır dizelerine; "Gitti beyler mürüvvet / binmişler birer atı / Yidüğü yoksul eti / içdüğü kan olısar." Doğa da yerini bulur Yunus'un dizelerinde, yağmur ancak bu kadar hoş anlatılabilir; "Karlı dağların başında / Salkım salkım olan bulut / Saçın çözüp benim için / Yaşın yaşın ağlar mısın". İnsan psikolojisinin değişkenliğini, halden hale girmesini, iniş çıkışlarını da Yunus'un dizelerinde buluruz; "Hak bir gönül verdi bana / ha! demeden hayran olur / Bir dem gelir şadan (sevinçli) olur / bir dem gelir giryan (üzüntülü) olur." Yunus'u Yunus yapan, hayatla ve insanla ilgili en karmaşık konuları ve ömrünü adadığı 'Varlığın Birliği' anlayışını en sade ve en etkili biçimde, üstelik halkın diliyle halka giderek anlatmasıdır. Üstelik, bütün bunları yaşadığı dönemin ve coğrafyanın insan üzerindeki ezici etkilerine rağmen yapmıştır. Bu nedenle, Yunus yüzyıllar boyunca taptazedir.
Bu makale Thy Skylife dergisinde Şubat 2002 de yayınlanmıştır.